Ilyas sicrayarak uyandi ve gokyuzune bakti. Bir turlu aklina gelmeyen oykuyu sonunda animsamisti.
Uzun sure once, Yakup peygamber, kampini kurup kabilesini yerlestirdiginde, o gece cadirina biri girdi ve onunla gun doguncaya kadar bogustu. Yakup karsisindaki rakibin Rab oldugunu bildigi halde bu bogusmayi kabul etti. Safak soktugunde henuz yenik dusmemisti ve bogusma ancak, Tanri'nin onu kutsamayi kabul etmesiyle sona erdi.
Bu oyku kusaktan kusaga aktarildi, oyle ki onu kimse unutmadi: Kimi zaman Tanri’yla bogusmak gerek. Her insan, bir an geliyor, yasaminda bir tragedyanin ortaya ciktigini goruyordu; bu bir kentin yikilmasi, bir cocugun olumu, kanit gosterilmeden yapilan bir suclama, onu yasami boyunca sakat birakacak bir hastalik olabiliyordu. Iste o anda, Tanri onu kendisiyle boy olcusmeye ve sordugu soruya cevap vermeye cagiriyordu: “Bu kadar kisa ve acilarla dolu bir yasama neden boylesine asilip duruyorsun? Verdigin bu savasimin anlami ne?”
Bu sorunun cevabini veremeyenler, bas egiyordu. Ama varligina bir anlam vermeye calisanlar, Tanri'nin adaletsiz oldugunu dusunup yazgisina bas kaldiriyordu. Iste bu durumda, goklerden bir baska ates iniyordu yeryuzune – olduren degil, eski duvarlari yikarak her insana gercek yeteneklerini sunan ates. Korkaklar, bu atesin gonullerini sarmasina hicbir zaman izin vermiyordu – onlarin tek istegi, durumun en kisa surede eskiye donmesiydi; boylelikle eskiden oldugu gibi yasamayi ve dusunmeyi surdurebileceklerdi. Buna karsilik, yurekli olanlar, eskimis, asilmis olan her seyi atese veriyor ve buyuk ic acilar cekme pahasina her seyi terk edebiliyorlar - Tanri'yi bile - ve ilerlemeyi surduruyorlardi.
“Yurekli olanlar, her zaman inatcidir.”
Tanri, goklerde hosnutlukla gulumsedi: O'nun istedigi buydu; her insanin, kendi yasaminin sorumlulugunu kendi eline almasi. Sonucta, ogullarini bagislarin en buyugu ile donatmisti: secim yapabilme ve kendi eylemlerine karar verebilme yetenegi.
Yalnizca bu kutsal atesle yanmis erkekler ve kadinlar, O'na meydan okuyacak yurege sahipti. Ve yalnizca onlar, kendilerini O'nun sevgisine geri dondurecek yolu biliyorlardi, cunku baslarina gelen tragedyanin bir cezalandirma degil, bir meydan okuma, bir sinav oldugunu sonunda anliyorlardi.
Ilyas simdiye kadar attigi her adimi gozunun onunde yeniden canlandirdi; marangoz dukkanini biraktigindan bu yana, misyonunu hic tartismadan kabullenmisti. Bu misyon dogru bile olsa - o bunun boyle oldugunu dusunuyordu -, inancini, bagliligini, iradesini yitirecegi korkusuyla adimini atmadigi yollarda neler olup bittigine bakma firsatini hic bulamamisti. Siradan insanlarin tuttugu yolu tutmanin cok tehlikeli oldugunu dusunuyordu - boyle yapacak olursa, bu yola o da alisabilir, gorduklerinden hoslanmaya baslayabilirdi. Zaman zaman meleklerle konussa ve Tanri'dan buyruklar alsa bile, kendisinin de herkes gibi oldugunu anlayamiyordu: Oysa simdi, ne istedigini tam olarak bildigine inandigi su anda, yasamlarinda hicbir onemli karar almamis insanlar gibi davranmis oldugunu fark ediyordu.
Kuskudan, yenilgiden, kararsizlik anlarindan hep kacmisti. Ne var ki Tanri comertti ve onu kacinilmaz olanin ucurumuna itmis, boylelikle insanin kendi yazgisini secmek - kabul etmek degil - zorunda oldugunu ona gostermisti.
Cok uzun yillar once, bu geceye benzer bir gecede Yakup, Tanri'yi kendisini kutsamadan birakmamisti: Bunun uzerine Tanri ona sormustu: “Adin ne senin?”
Iste sorun buradaydi: Bir ada sahip olmak. Yakup cevap verdikten sonra, Tanri onun adini Israil olarak kutsamisti. Her birimiz besikte bir ada sahip oluruz, ama yasamimizi, ona bir anlam vermek icin sectigimiz adla kutsadigimiz gerektigini ogrenmemiz gerekir.
"Ben Akbar'im" demisti kadin.
Ilyas'in bir ada gerek duydugunu anlayabilmesi icin, kentin yerle bir edilmesi ve sevdigi kadini yitirmesi gerekmisti. Ve iste o anda, kendi yasamina "Kurtulus" adini verdi.
No comments:
Post a Comment